Ebûbekir Sifil’in “Dâru’l-Harp & Dâru’l-İslâm ve Fā’izli Muâmeleler ile Alâkalı Sözlerinin Cerhi
Ebûbekir Sifil`in, 8 Nisan 2023 tarihli “Kırmızı Masa” isimli AKİT TV yayınında [1] dâru’l-harbde fâiz mes’elesi & Türkiye’yi İslâm ülkesi görebilir miyiz? suâline binâen verdiği cevâp’da diyor ki;
“Hilâfetten önceki dönemlerde dâru’l-İslâm dâru’l-harb kavram/mefhûmları daha doğrusu dâru’l-harb dâru’l-küfür kavramları dâru’l-islâm esâs alınarak yapılmış. Mesela söyle bir tarîf var; “dâru’l-harb, islâma sınırı olmayan küfür ülkesi veya dâru’l islâma sınırı olan (küfür) ülkesi.” Ama şu anda dâru’l-islâm diyebileceğimiz fıkıh kitaplarındaki formata yüzde yüz oturan bir sistem yok. Dolayısıyla dâru’l-harb dâru’l-küfür kavramları/mefhumlar günümüz Türkiyesine yüzde yüz uyarlanamaz.” Demektedir.!
Fi’l-hakîka, başta bu mes’elenin füru’suna dâir en büyük literatür menba’ Hanefî asârı olmak üzere sâir Şafiî, Mâliki ve Hanbelî hakk mezheplerin tamâmı; “Şeriât-ı Muhammediyye bir belde de kanûn olarak tatbik edilmiyorsa dâru’l-harb, buna kıyâsen islâm hukûkunun câri olduğu beldeye de dâru’l-islâm demek ile dünyayı bu şekilde 2 ye tefrîk eylemişlerdir. [2] Dolayısıyla bu târif, ilk menba’ dan günümüze ınkıtâsız şekilde işlenmiş, tatbîk edilmiş, her zamân ve mekânı içine alan insicâmlı bir hüküm verilmek ile fıkhı her beldeye uyarlanmış, buna rağmen Sifil’e göre hâlâ bu mefhumlar nasıl oluyorsa oturmamıştır!
Eğer Sifil burada, bu mefhûmların yerine oturması için “illâ bir Dârul-islam olması esâsı” şeklinde 1 şart arıyor ise bu bâtıldır. Bunu demek ile, ya bu mes’eleden hiç bir şey anlamamış yâhud kat’i surette kasden bu mefhumların içini boşaltmak kasdı ile tahrîf ediyor demektir.! Çünki İslâmın câri olması hükmüne nispetle herhangi bir ülke için dâru’l-islâm mefhûmu, hiç bir yerde câri olmamasına nispetle dünya için dahi Dâru’l harb mefhûmu kullanılabilir.
Zirâ, 4 mezheb indinde istisnâsız ve üzerinde münâkaşa olmaksızın Mekke devri için fukaha (Şer’i ahkâmın câri olmadığına bakarak) dâru’l-harb hükmünü vermiş [3] bu hükmü verir iken sınırı olan yâ hud olmayan bir dâru’l-islâm devleti aramamışlardır!
Mes’eleyi bilen için aranması gereken dâru’l-bagy, dâru’s-sulh gibi tâbirlerdir ki; bu mefhumların varlığı daru’l-islâma râci’dir. Hülâsa, bir memleketin Şer’i statüsü, o belde de şeriât-ı Muhammediyyenin tatbîk olunup olunmaması ile doğrudan alakalıdır!
Ebubekir Sifil Devamla;
“Bu günün Türkiye’sine ne dâru’l-harb ne dâru’l-islam diyebilirsiniz. Bu ülkede müslümanlar emniyyet içinde yaşıyor bu dâru’l-islâmın bir özelliğidir doğrudur. Müslümânların can, mal, akıl, nesîl, dîn emniyeti var mı ? Var. Dârul-islâm bunu sağlar.”
Hazret, “ne dâru’l-harb ne dâru’l-islamdır” kavlinin devamında buna tamm tezât teşkil edercesine “emân/emniyyet var” sözü ile kat’i olarak bu memleket daru’l-islâm demektedir. Halbuki emân, ehl-i şeriât lisânında can emniyyeti (kısâs) ve mal emniyeti (hadd-i Sirkat) olarak kâmil manâda bir dâru’l islâm devletine nispet edilir. Sifil’in devâmında bahsettiği can, mal, akıl, nesil ve dîn emniyyeti ise emân olan memâlikteki şer’i maksatlardır.
Zirâ İmam-ı Gazzâlî -Rahmetullâhi Aleyh- usul-ü fıkha dair yazdığı “el-Mustasfa” nam şaheserinde emân mefhumunu izah eder iken;
“Şeriatın halk için koyduğu kanunlardan maksadı: Canlarını, mallarını, akıllarını, nesîllerini ve dînlerini muhâfaza etmek.” diyerek bunu 5 esâs olarak beyân buyurmuştur. [4]
Can emniyyetinden maksad, islâm devletindeki bir kişinin katledildiğinde, öldürenin öldürülmesi (kısâs) şeklinde tatbîk edilmesi, mal emniyyetinden maksad, hırsızın kolunun kesilmesi (hadd-i sirkat), akıl emniyyetinden maksad, içki içilen sarhoş edici maddelerin yasaklanması, içenin veya temin edenin cezalandırılması, nesil emniyyetinden maksat, temiz nesil için zinâ’nın aşikare işlendiği yerlerin ve ona giden yolların ber-taraf edilmesi, dîn emniyyetinden kasdedilen ise, bid’at ehlinin î’tikadî ta’arruzlarına karşı ehl-i sünnet vel-cemâ’ate mensûb ehl-i islâmın devlet eli ile muhâfaza olunmasından ibarettir.
Sifil‘in kasd ettiği mana, sair avâmın hocalarının ettiği lakırdıların tekrarı olsa gerekir. Onlar “askerin, polisin var olması, ezânların okunması, rahatlıkla ferdî ibâdetleri yapıyor, camilere gidiliyor, cum’a kılınıyor olması, can ve mal emânı olduğunu gösterir” demişlerdir. Halbu ki “eman” târifi üstte İslâm hukûku mütehassıslarından nakl ettiğim şekilde olmak ile kendisinin kasd ettiği mana tamamen batıldır.
Moderatörün “Bunlar İngilterede de var ama!” Demesine karşın Sifil devamla;
“Dâru’l islâm için bunlar yetiyor mu ? Yetmiyor. İşte islâmî ahkâmında icrâsı dârul islâm şartı, öyle bakdığımızda bir kısım eksiklikler var. Peki bunlar (islâm ahkâmı) yok diye Türkiye Dâru’l harb midir ? Hayır.”
Hazret, hem Şer’i maksadların bu memlekette tamâm olduğunu söyledikten sonra yine kensine tezât ve kafası karışık şekilde (olduğunu zann ettiği!) can, mal, akıl, nesîl, dîn emniyeti’nin nedense yetmediğini söylemektedir.
Moderatörün “bankalarla çalışabilir mi müslümân? Fâizli kredi alabilir mi ? Sualine ise Sifil;
“Hayır. Türkiye ye dâru’l-harb diyemiyoruz ki. dâru’l-harb ise burada mü’minlerin birileri ile fiilen savaş halinde olması lazımdır.”
Moderatörün dirâyet göstererek “İlla kılıçla kalkanla değil. Her gün inancımıza hakâret ediliyor. Fi’ili olarak savaşıyorsun (bu dâru’l-harb demek değil midir?) “ suâline binâen Sifil diyor ki;
“Hayır. Dâru’l-küfür dersiniz o ayrı bir şey. Dâru’l harb dediğiniz zaman orada müslümânlarla savaş halinde olan bir gayr-ı müslîm kitle olacak ve savaş hukuku câri olacak.” demektedir!
Hal bû ki dediğine yine tezâd şekilde dârü’l harb mefhumu harb, kargaşa yeri demek olmayıp, Şer’i hukukun tatbîk sahâsı haricinde kalan belde ve ya ülkelerin tefrîki için kullanılan tâbirdir. Zirâ, 4 mezheb lisânında ve asârında, bu ülkeler bâzen; dâru’ş-şirk, dâru’l-küfr, dâru kahr, bilâdu’l-aduvv mefhumları ile de târif edilmiştir. Hakîkatte hepsi aynıdır!
Moderatör “o zaman hiç bir yer dâru’l-harb değil”
Sifil: “Dedim ya dâru’l-islâm olmayınca ortada bu kavram/mefhûmlar biraz ortada kalıyor” demektedir.
Sifilin bu son lakırdısı hepsinden bed-ter olup! Kazuistik bir yapıya mâlik olan İslâm hukûkunun üstte zapt ettiğim gibi cevâbı bu şekilde insicâmlı olmak ile kendisinin indi, usûlden bi-haber lakırdısı olan “ortada kalıyor” kavli ile zımnen “islâm hukûku buna cevâb veremedi” demiş olmaktadır.!
Kendisine husûsen sormak lazımdır ki; hazret’in islâm ahkâmından fehm edebildiği nedir? Bir kısım eksiklik dediği bu mefhûmlardan hârici kendisinin bulduğu mefhûm var mıdır? Yâ hud, 4 mezheb fukahâ’sının dünyayı dâru’l-islam ve dâru’l-harb diye tefrîk edip içini doldurduğu bu hükümlerin olduğu yerde kendisi 3. bir mefhûm bulabilmiş midir? ….
Netice olarak;
Bu gayr-i ciddi sözler, mevzu’ ile alâkalı memba’ eserlerin hiç birinde mevcûd olmayıp mes’ele dâhi edilmemiştir. Zâten Sifil’in dediği gibi olsa idi, 4 mezheb şu mes’ele de usûl kâidelerinin dışına çıkmış olurdu ki bu sadece hanefîler için değil sâir mezheblerin tamâmı için mevzu’ bahîs dahi edilemez!
Sifilîn, nihayetinde istinad-gâhı olmayan bir usûl (usûlsüzlük) ile, içi boş, netice i’tibariyle mes’ele halletmeyen, nihâyetinde mü’minleri zorda ve çıkmazda, en mühîmi insicâmsız ve dirâyetsiz bu sözleriyle husûsen Hanefîlerin temel sistematiğini teşkîl eden Dâru’l-İslâm” ve “Dâru’l-harb” ıstılahâtını tahrîf ve tahrîp etmek ile fonksiyonsuz bırakan bu lakırdıları, kendisinin hissi, politik ve kat’i surette gayr-ı ciddi tavırlarının neticesidir.
Kendi (hadîs) sahasında bile monografi (orjinal) bir eser te’lif edemeyen bir kimsenin, mütehassısı olmadığı bir saha da kendisine edilen bu nev’ suâlleri, ilm-i nâmus icâbı mütehassıslara yâ hud menba’ eserlere havâle etmeyip üstüne lakırdı etmesi ve cevâb verme gayreti esâsen menfî mânâda hayret edilmesi gereken ve günümüz entellektüel şahsiyyetlerinde içine düştüğü bir vaziyyettir!
Ayrıca Sifil, ehemmiyetsiz bu kavilleri sebebiyle büyük bir vebâle de dü-çâr olmuştur…!
DİP NOTLAR
[1] https://youtu.be/QxaYx2UYgl4?t=5542
[2] Debûsî, Ebu Zeyd, Te’sîsün- Nazar, (Trc. Koca, Ferhat) Mukayeseli İslâm Hukūk Düşüncesinin Temellendirmesi S.207
[3] Serahsî, el-Mebsût, XIV, 57 , Sivâsi, İbnü’l Hümâm, Fethu’l Kadîr, VI, 178
[4] Gazzali, el-Mustasfa, (Trc. Apaydın, Yunus) İslâm Hukûkunda Deliller ve Yorum Metodolojisi, S.333
BİBLİYOGRAFYA
- İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ale’d- Dürrü’l-Muhtâr, ( trc. Dâvûdoğlu, Ahmed – Taşkesenlioğlu, Mazhar – Savaş, Mehmed ) İstanbul, m. 1982-1988, Şâmil Yayın Evi.
- Serahsî, Mebsût, ( trc. Hey’et ) 3. Tab’ı, İstanbul, m. 2016, Gümüşev Yayıncılık.
- eş-Şeybânî, Muhammed, es-Siyerü’l-Kebîr [ Serahsî’nin “İslâm Devletler Hukūku ( Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr ) ” adlı kitâbının metni ] , ( trc. Şimşek, Saîd – Sarmış, İbrâhîm ) Konya, m. 2001 , Eğitaş Yayınları.
- el-Mâverdî, Ebü’l-Hasen Habîb, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye: İslâmda Devlet ve Hilâfet Hukūku, ( trc. Şafak, Alî ) İstanbul, m. 1976, Bedir Yayın Evi.
- el-Üsrüşenî, Muhammed ibnu Mahmud, Ahkâmu’s Sıgar, (trc. Canan, İbrahim) İstanbul, m.1984, Cihan Yayınları.
- İslâm Devletler Hukūku ( Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr ) , ( trc. Şimşek, Saîd – Sarmış, İbrâhîm ) Konya, m. 2001 , Eğitaş Yayınları.
- Şeyh Bedre’d-dîn [ Simâvî ] , Letâifu’l-İşârât Şerhi / et- Teshîl: Şerhu Letâifu’l-İşârât, ( trc. Hey’et ) Ankara, m. 2012, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı.
- Hey’et, Fetâvâ-yı Hindiyye / Fetâvâ-yı Alemgiriyye, ( trc. Efe, Mustafâ ) Ankara, m. 1984-1988, Akçağ Yayınları.
- Merginanî, Burhânü’d-din Ebu’l-Hasan Ali bin Ebû Bekir, El-Hidâye Tercümesi: Hanefîler için İslâm Fıkhı sh.225 (trc.:Meylânî, Ahmed) İstanbul, m.2015, Kahraman Yayınları
- ed-Debûsî, Ebu Zeyd, Te’sîsün- Nazar, (Trc. Koca, Ferhat) Mukayeseli İslâm Hukūk Düşüncesinin Temellendirmesi S.207, Ankara, 2009, Ankara Okulu Yayınları
- Ebû Yûsûf, Kitâbü’l-Ḫarâc (Trc. Özek, Ali) İstanbul, m.1973 Sh: 232, Hisar Yayın Evi.
- Ebû Yûsûf, er-Redd ‘Ala Siyeri’l Evzâi (Trc. Hey’et) İstanbul, m.2022, Dâru’l İslâm Yayın Evi.
- Özel, Ahmed, İslâm Hukūku Milletler Arası Münâsebetler ve Ülke Kavramı, İstanbul, m. 1982, Mârifet Yayınları.